Compass of the Destiny: Istanbul Hikayesi
Oyunda temel amacımız bölümleri ilerletmek, zindanları fethetmek ve yeteneklerimizi geliştirerek güçlenmektir. Compass of the Destiny: Istanbul hack and slash türüne yeni bir soluk getirmekle birlikte yeni oynanış mekanikleri de sunmaktadır. Elbette bu oyunun da takip edebileceğiniz ana hikayesi ve yan hikayeleri mevcuttur. Eğer Compass of the Destiny: Istanbul hikayesini merak ediyorsanız okumaya devam edin!
Prolog
Oyunun başlangıç ve eğitim aşaması Venedik Kalesinde (St. Andrea Kalesi) 1664 yılında başlar. Venedik kalesinden manzarayı izlerken kalenin fethedildiğini ve ana karakterin kardeşini bulmamız gerektiğini öğreniyoruz. Kalenin iç kısımlarına ilerlediğimizde çevresel hikâye anlatımının kullanıldığını görebiliriz. Üç NPC kendi aralarında Osmanlı’nın 18 yıldır Venedik Kalesi’ne saldırdığını ve herkesi öldürene kadar durmayacak olan barbarlar olduğunu konuşmaktadır. Kalenin içinde ilerledikçe kontların ve düklerin öldürüldüğünü Osmanlı askerlerinin kaleyi daha fazla fethettiğini görmeye başlıyoruz.
Taht odasına ulaşmak için kapıyı zorlayan askerleri görünce kapıyı itmenin bir işe yaramayacağını fark ediyoruz ve kabak gibi yan tarafa koyulmuş yan yola yöneliyoruz. Gariptir ki bizden başka hiç kimse bu yolu kullanacak kadar zeki olmadığı için tüm savaşı tek başımıza sırtlanmak zorundayız. Yan yolu tutan yeniçerileri ve okçuları öldürerek ilerledikten sonra taht odasına ulaşmayı başarıyoruz. Taht odasına girdiğimizde kardeşimizi asa gibi elinin altında tutan ve bizi beklediğini söyleyen heybetli adamla karşılaşıyoruz ve onun askerleriyle savaşmaya başlıyoruz. 100 yaşındaki Heybetli adamın bizi neden beklediğini ve kale ele geçirilene kadar neden balkonda keyif çattığımızı anlamasak da hikâyeyi ilerletmek için odadaki tüm düşmanları hatta ek kuvvet birliklerini bile öldürüyoruz.
En son bu kadar yeniçeriyi sanırım Assassins Creed oyununda öldürmüştüm. Her ne kadar yeniçerileri peynir ekmek gibi keserek ilerlesek de 100 yaşındaki Heybetli adam bizden birkaç gömlek daha üstün olduğu için kaybediyoruz. Oyunun prolog kısmı burada sona eriyor ve kabustan 8 yıl sonraya uyanıyoruz.
Tutsaklık
Uykumuzdan bir köle tüccarının kibarca sarfettiği “yat zıbar diye mi seni tutsak ettik” cümleleri ile uyanıyoruz. Tam bu noktada oyuncunun stat puanlarına göre farklı diyalog opsiyonlarını kullanabileceğimiz eski Fallout tadını veren bir konuşma ekranını fark edebilirsiniz. İlk seçeneğimizse bizi kibarca uyandıran köle tüccarına kibarca cevap vermek ya da “neredeyim ben” diye sormaktır. Elbette kibar olmak kolay olmadığı için 5 güç puanına ihtiyacınız olduğunu belirtmek isteriz. Kibar köle tüccarı bizim bir Osmanlı kadırgasında olduğumuzu ve bizi İstanbul’a götürüp köle olarak satacağını söylüyor.
Ana karakterimizin Osmanlıcayı nasıl bildiğini ya da konuştuğunu da “Biliyorum işte.” diyerek geçiştirmesiyle öğreniyoruz. Gemide birkaç fare avlayıp etraftaki kolileri kırıp tahta parçaları topladıktan sonra köle tüccarının görevlerini tamamlıyoruz. Köle tüccarı bize ödül olarak küflü ekmek ikram ettikten sonra açlığımızı biraz dindirmeyi başarabiliyoruz.
Bölüm 2 ve Hikâyenin Devamı
Köle olarak çeşitli görevlere atandığımız Osmanlı kadırgasında Venedik Kalesi ve kardeşimiz hakkında birkaç bilgi öğrendikten sonra bir yeniçeri askeri ile konuşmaya başlıyoruz. Yeniçeri askerini öldürdükten sonra kırmızı bir küre bize çarpıyor ve bölüm 2’ye giriş yapıyoruz. Bu bölüm Fıtrat Alemi adında ruhani bir zindan ile başlıyor.
Eğer Compass of the Destiny: Istanbul’un hikayesi ilginizi çektiyse oyunun demo sürümünü deneyebilir ve çıkış yaptığında oynayabilirsiniz. Hack and Slash türündeki oyunlar genellikle hikayeleri ile ön plana çıkmasa da Compass of Destiny: Istanbul eğlenceli ve sürükleyici bir hikâyeye sahiptir.